19 Mart 2009 Perşembe

ya ben...

son zamanlarda daha çok eksiliyorum. hayallerin ağları, düşlerimin peşi sıra sürüklediği minik balıklarımı daha çok dibe çekiyor … ağlamaklı oluyorum bazı bazı. yorgansız yatıyorum kuru ayazda.. üzerime yapışmış hayat meselelerinden olsa gerek, kapalı bir kutuya dönüyorum.birilerinin hayatına uzaktan bakıyorum. dışarıdan seyreder olmak bazıları için, daha iyi. bazıları için ise, düşlerimin doğum sancısı.
mateme bürünüyor canım evrenimin gecesi gündüzü.. ama diğerlerinin sokakları, mütemadiyen telaşlı bir bayram kutlamasında. ya ben? ya bu oda nöbetlerine tutulalı beri soluğu sigara dumanına karışmış, aklını düşüncesiz ahmaklar yüzünden delik deşik etmiş ben?... ya benim gibiler ?!...

8 Kasım 2008 Cumartesi

istanbul benim yerime ağlar mısın?!

yedi tepesinde binlerce ışık, denizinin kurşini sonbahar rengiyle melankolik , yağmurlarıyla hüzün, eski binaları daracık sokaklarıyla yaşamışlık... insanı , içindeyken hep boğarsın . az sevinç verip , hüzün bahşişlerini yaşattıklarından bolca toplarsın ..
sen bir dileksin , yaşamaya çalıştığımız bu keşmekeşte attığımız tüm adımları aklında tutan bir tefeci.. gözlerimi sana açtım , sokakların benim dünyamın atlası.
platonik aşklarım , odamın pencerisinden gördüğüm çarpık , kalabalık, boyası dökülmüş binalarım,beraber yazılar yazıp içip içip saçmaladığımız arkadaşlarım...
ne çok hatıra biriktirdim seninleyken , ne çok sevdim seni hiçbir şehri sevemedim senin kadar tutkulu.. arka sokak kokuları geliyor burnuma ara ara , yanımdasın hala sanıyorum. sanki hayat içindeyken akıyor , uzağındayken bitkisel bir hayat...
bugün ise hava gri başka bir şehirde , sense hep aklımdasın . bana sahillerini açsaydın ne güzel olurdu . sen yağmurlarınla ağlasaydın ,bense kırgınlıklarımla , kalabalılar içindeki yalnızlıklarımla buğulandırsaydım gözlerimi..
şimdi orada hala yaşıyorsan , kaybettiklerimiz için istanbul benim yerimede ağlar mısın ?!

2 Kasım 2008 Pazar

siz daha bilmiyorsunuz

tanrıyla oturup yemek yediğiniz ihtişamlı sofranızda, garson dediğinizde hesabı tanrının ödeyeceğini de bilmiyorsunuz daha!
hayatınız da içeceğiniz en güzel çayınızda; bir gün arkanıza yaslanıp da, her şey çok güzeldi hayat üstü sende kalsın dediğiniz çayınızı keyifle yudumlayacağınız günlerde gelecek..
death to birth çalacak fonda, mor perdenin kıvrımlarındaki nüansların farkına varacaksınız. hiçbir perde bu kadar kusurlu görünmeyecek gözünüze. tek derdiniz bu kusurların gözünüze çarpması olacak.
varlığınızı hissettiğiniz günden beri acemice, oradan oraya çırpınan ayaklarınız sofradan kalkmak istemeyecek. size ihanet edecek uyuşma hissi tüm vücudunuzu saracak.
daha siz hüzün bahşişlerinizi toplayacaksınız, gözyaşlarıyla. sizin biriktirdiklerinizi, onlar dökecek utanarak. istediğiniz samimiyette olmayacak belki ama hesaplaşma günüde gelecek.
sabrın kucağında geçirdiğiniz günlerin bir nihayeti olacak! gece yarısının koynunda, çay ve sigara eşliğinde sürünen hayatların gür sesleri duyulacak sokaklarınızda..

daha çok günler göreceksiniz, oluk oluk kan selleri geçecek caddelerden..upuzun direklere asılmış ampullerle aydınlatacaksınız, yolları. rotanızı belirlemeden yürüyeceksiniz daha….

sizin olmayan tüm adımlarınız silinecek dünyanın hafızasından…

kelimeler ve yalnızlık...

ne çok şey anlattık şimdiye kadar, ne çok hararetli konuşma geçti içki masalarında ve ne çok sevgi paylaştık gözlerimizin içindeki saflıkla.. kelimeler hep yardımımıza koştu. biz doğmadan önce bu evrene düşmüştü kelimeler. biz onları kullandık, onlar da bizleri ..
oğuz atay’ında tutunamayanlardaki en güzel tasviridir, kelimeler ve yalnızlık..’ kelimeden önce yalnızlık vardı. ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık… kelimenin bittiği yerde başladı; kelime söylenemeden önce başladı. kelimeler, yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık, kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde eriyip kayboldu. yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe, yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.’
kelimeler sağır dostumuz yalnızlığı bile anlatacak kadar çok olmadı.
acılarımızı anlatmak istedik,en içten gülüşümüzü bağırmak istedik kelimelerle.. kitaplarda altı çizilen önemli şahsiyetler için göz alıcı kelimeler seçildi. ama bizleri anlatmak için hiçbir zaman uygun bir kelime seçilemedi.
ilkbahardaki papatya kokusunu anlatmak istedik onlarla, buram buram hüzün kokan hayatları korumak istedik. hissedilenlerin yanında hep kötürüm kaldılar …
tükettiğimiz kelimelerin yerine hep şeyleri kurcaladık.boşlukları hep anlamsız şeylerle doldurduk.en sonunda o anlamsız şeylerin arasında kaybolduk.
hayata ait ve hayatta bırakacağımız kelimeleri, bir filozofun dilinden öğrenemedik.
kelimelerle haykıramadık kırgınlıklarımızı, kusmak istediklerimizi…
hayat bizi kelimeleriyle doyuramadı!...

intihar

acizlik değildir aslında bir başkaldırıdır ve verilebilecek en sesli tepkidir hayata ve insanlara, s.ktir çekebilmektir. acizlik diyenler ya korkaklardır, ya da her şeyin yolunda gittiğine inanacak kadar saf olan, pembe gözlük takanlardır. ama toplumların çoğunluğunun koyunsal içgüdüyle yaşadığı göz önüne alındığında intihar hep aykırı gelmiş, hep çekinilmiş ve bu meydan okuma bir de acizlik diye nitelenmiştir. kim tarafından? elbette acizler.
emil michel cioran'ın dediği gibi, intihar fikri olmasaydı yaşanmazdı. kendi sonuna kendin istediğin zaman nokta koyabilecek olduğun gerçeğinin farkındaysan güçlüsündür. intihar, adamakıllı karar verebilmek ve meydan okumadır, kapıyı sertçe çekip gitmektir ve ben buradaydım demektir. boyun eğmek acizlik filan değil. acizlik bir şeylere, hele de birilerine ve hayata bağlı kalıp kadercilik oynamak, ecel beklemektir.
hiç intihara kalkışmadım, s.ktir çekip gitmeyi çok düşündüm ama hayır, ne haliniz varsa görün demeyecegim, sanırım, önünü göremediğim bir süre daha.

intihara acizlik diyenlere yan gözle baktım hep. güçlü olan ve kendi kararını, bir çobana, bir tanrıya, bir azize veya bir serseriye ihtiyaç duymadan verebilen insanları seviyorum, evet.